Herkes Güneşli Günler Görürken Ben Hep Islandım
Çok Uzaktı Aşk Bana Bu Yüzden Hayattan Saklandım
Sen Hiç Umulmadık Bir Zamanda Karşıma Çıkıverdin
Afalladım Sen Kusuruma Bakma Aşk Evime Hoşgeldin.
Anlamı Yok Artık Sensiz Geçen Zamanın
Bir Ömür Boyu Bizi Ayırmasın Allah’ım.
Ben Artık Yeni Bir Sayfa Açıp
Her Satırına Senin Adını Yazıp
Her Gün Ellerimi Göğe Açıp
Seninle Hayırlısını Diliyorum.
Kalp Yoluna Adım Atıp
Aşk Izlerini De Peşine Takıp
Son Nefesimde Başucuma Bakıp
Yanımda Seni Görmek Istiyorum
Seninle Hayırlısını Diliyorum.
Senin adınla uyandım Bu Sabah
Varlığına Teşekkür Ederim
Senin Adınla Uyandım Bu Sabah
Varlığına Teşekkür Ederim
İyi Günde Sen Kötü Günde Sen
Nasıl Özlemiştim Bir Bilsen
Yokluğun Anlamsız Bu Dünya Vefasız
Ruhuma Hapsettim Adını
İyi Ki Hayatımdasın
Sensiz Kimler Anlasın
Attığım Her Adımdasın
Sol Yanımsın
İyi ki Hayatımdasın
Sensiz Kimler Anlasın
Attığım Her Adımdasın
Sol Yanımsın
Gönlünü Gönlüme Nasip Eden Rabbime
Şükürler Olsun Sevdiğim
Gönlünü Gönlüme Nasip Eden Rabbime
Şükürler Olsun Sevdiğim
Teşekkürler Sevdiğim
AŞIKLAR ŞEHRİ
Öyle sevdim ki ben seni
Tarifi yok hiç bir dilde
Dünyanın en mutlu insanı yaptın beni
En kötü günümde bile
Seninle biz ikimiz
Mutluluğun resmiyiz
İyi ki hayatımdasın
İki kişilik bir aşıklar şehriyiz
Bir ömür benimle yaşlanır mısın?
Kendimi terk ederim seni yarım bırakmam
Dört yolu aşk dolu yolumsun benim
Her saat her dakika her saniye kalbimdesin
Sen gözlerimin son adresisin
Aklımın kıyılarında açığa çıkıyor sahipsiz bir sandal...
Aklıma sarılı ipi çözüyorum o an...
Sandala atlayıp başlıyorum sana gitme umuduyla...
Sabahla gece arasında bir kızıllıkta...
Sen dediğimde öfkeli karadeniz bile dinginleşiyor,
bir gökkuşağı oluşuyor evimle evim arasında,
altından geçiyorum,
sana attığım her adımda,
sana çektiğim her kürekte bahar geliyor gözlerimin önüne.
Adın baharın, huzurun habercisi.
Taptaze umutları yaşatıyor içinde.
Bembeyaz çiçekler açıyor adını duyan her bahçede.
Akıldan geçtim artık, hiçbir kıyıya yanaşmadan sürecek yolculuğum.
Kelimelerimden bulutlar, gemiler ve yıldızlar yapıp, süsleyeceğim gökyüzünü.
Senin yürek dualarına girene kadar yüzdüreceğim umutlarımı...
Ve kıyına geldiğimde,
elime bir avuç şükür alıp, yüzüme çarpacağım.
Şükür diyeceğim, şükür kavuşturana..
Aklıma sarılı ipi çözüyorum o an...
Sandala atlayıp başlıyorum sana gitme umuduyla...
Sabahla gece arasında bir kızıllıkta...
Sen dediğimde öfkeli karadeniz bile dinginleşiyor,
bir gökkuşağı oluşuyor evimle evim arasında,
altından geçiyorum,
sana attığım her adımda,
sana çektiğim her kürekte bahar geliyor gözlerimin önüne.
Adın baharın, huzurun habercisi.
Taptaze umutları yaşatıyor içinde.
Bembeyaz çiçekler açıyor adını duyan her bahçede.
Akıldan geçtim artık, hiçbir kıyıya yanaşmadan sürecek yolculuğum.
Kelimelerimden bulutlar, gemiler ve yıldızlar yapıp, süsleyeceğim gökyüzünü.
Senin yürek dualarına girene kadar yüzdüreceğim umutlarımı...
Ve kıyına geldiğimde,
elime bir avuç şükür alıp, yüzüme çarpacağım.
Şükür diyeceğim, şükür kavuşturana..
Bir kadın seversin...
Bakısları agustostan daha sıcak olan.
Oyle bir yakmıstır ki gozlerini,
Baskasına baksan kefen giyer gozlerin...
Sonra sevdigin kadınla aranıza yollar girer.
Mesafeler girer.
İnsanlar girer.
Sizi ayıranlar sanır ki unutacaklar.
Hangi sehir o kadar buyuk,
O kadar mesafe yaratılmıs mıdır dunyada?
Seven kalp icin mesafe mi vardır?
Asıgın gozlerinin hukmu yoktur sevdigini gormesi icin.
Kalp saklı bir sırdır.
Sevdikce kesfedersin, zamandan soyuttur.
Mesafe tanımaz.
Gozlerini kapattıgında yada actıgında, yanındasındır sevdiginin. Cok uzaklara bakman gerekmez, kalbinin icine gonul gozuylr bir bakman yeterli. İnsanın solu, yari kokarmıs. Allah icin sevenlerin solu sagından aydınlıkmıs. Bir caminin sabah namazı icin aydınlanması gibi nura boyalı.
BENİ ÇOK SEV
Bir kavga nasıl da hoyrat
Savaşırken, savrulurken büyüttü hayat
Ben sensiz yapayalnızdım
Suyum oldu, aşım oldu ama aşksızdım
Bir vurgundu geçtiğim yollar
Düşe kalka yaşanırmış, öğretir yıllar
Ben sensiz her şeye sustum
Koca dünya dönüyordu
İçinde yoktum
Sevdanı bulmak yıllar sürdü
Hoş geldin gönlüme kaderim güldü
Tut elimden beni çok sev
Kimseye verme
Seveceksen ömürlük sev
Bir günlük sevme
İyi günde kötü günde
Sakla göğsünde
Sen bu kalbe iyi geldin
Benden hiç gitme
Bir sabahsız geceydi ruhum
Gün misali gözlerinde güneşi buldum
Bir dertli rüzgardım, estim
Umudum sen, huzurum sen
Yeniden doğdum
...
Özgür olacak sevdiğin, her şey, dünya, para, heyecanlar kontrolünüzde olacak. Korkmayacaksınız hiç birşeyden, ötesi yok aslında cehennemin dibine kadar birbirini sevmeye cesaret eden bir çift olacaksınız.
Sabah namazını birlikte kılıp günü birlik venedikte sokaklarda kaybolmamaya çalışacaksınız mesela.. Başka biri olacak o ötekilerden. Beden değil başka bir şey olacak sevdiğin.
La Rampla’da birlikte yürürken sebepsiz yere seni durdurup “hiiç sadece gözlerinin içine bakasım geldi” diyen bir olabilir mesela.
...
Özgür olacak sevdiğin, her şey, dünya, para, heyecanlar kontrolünüzde olacak. Korkmayacaksınız hiç birşeyden, ötesi yok aslında cehennemin dibine kadar birbirini sevmeye cesaret eden bir çift olacaksınız.
Sabah namazını birlikte kılıp günü birlik venedikte sokaklarda kaybolmamaya çalışacaksınız mesela.. Başka biri olacak o ötekilerden. Beden değil başka bir şey olacak sevdiğin.
La Rampla’da birlikte yürürken sebepsiz yere seni durdurup “hiiç sadece gözlerinin içine bakasım geldi” diyen bir olabilir mesela.
...
Seni Düşünüyorum
Ama sadece!
Hepsi bu...
...seni düşünmek mi? Başlı başına yaşamak çünkü;
E= Eksikliğini her duyduğum da secdelere koşmak.
L= Lal olmuş bir kalbin, dua dua konuşması.
İ= İnce ince kesilen soluğumun adınla tekrar hızlanması.
F= Fe yekün dese Rabbim nasibim olsan İnnema emruhü iza erade şey'en en yeküle lehu kun Fe yekün (Yasin-82) (Anlamı: Bir şeyi istediğinde O'nun emri sadece ona: 'Ol' demesidir. O da hemen oluverir.)
Söyle şimdi seni düşünmek yüreğimin farzı değil mi?
Adınsa sevmek?
Ama sadece!
Hepsi bu...
...seni düşünmek mi? Başlı başına yaşamak çünkü;
E= Eksikliğini her duyduğum da secdelere koşmak.
L= Lal olmuş bir kalbin, dua dua konuşması.
İ= İnce ince kesilen soluğumun adınla tekrar hızlanması.
F= Fe yekün dese Rabbim nasibim olsan İnnema emruhü iza erade şey'en en yeküle lehu kun Fe yekün (Yasin-82) (Anlamı: Bir şeyi istediğinde O'nun emri sadece ona: 'Ol' demesidir. O da hemen oluverir.)
Söyle şimdi seni düşünmek yüreğimin farzı değil mi?
Adınsa sevmek?
...
Ah be yar yakınken uzak olmak yoktur bizden. Yakından da yakın vardır. Bir dua anı kadar. Bir secde hali kadar. Ellerini kaldırırsın şehirler ötesinden yarin eline değer. Hele ki Aşk Sübhane rabbiye'l - a'la" deyip alna deyince kalır mı perde, kalır mı uzaklık? Öyle çok eksik hissediyorum ki bazen, dünyanın o boş telaşına kapılınca. Sonra bir dua daha yüreğimin semalarından yükseliyor. Soframda yüzün, nefesin olsa bir ömür ben doymaz mıyım?
Yazılmışsa bu sevda Hak katında nasip diye,
artık bekletme yar!
Her gün yeniden özlemeye başlamak çok zor...
Bir tevafuk ol gel yüreğime!
Ah be yar yakınken uzak olmak yoktur bizden. Yakından da yakın vardır. Bir dua anı kadar. Bir secde hali kadar. Ellerini kaldırırsın şehirler ötesinden yarin eline değer. Hele ki Aşk Sübhane rabbiye'l - a'la" deyip alna deyince kalır mı perde, kalır mı uzaklık? Öyle çok eksik hissediyorum ki bazen, dünyanın o boş telaşına kapılınca. Sonra bir dua daha yüreğimin semalarından yükseliyor. Soframda yüzün, nefesin olsa bir ömür ben doymaz mıyım?
Yazılmışsa bu sevda Hak katında nasip diye,
artık bekletme yar!
Her gün yeniden özlemeye başlamak çok zor...
Bir tevafuk ol gel yüreğime!
Aldım başıma belayı
İlk günden belli biraz delisin
Biraz kendine has
Biraz maceracı
Aldım başıma belayı
Yüzün, ellerin can yakıyor gamzelerin
Dert oluyor gidişin
Dert oluyor hemen dönmeyişin
Sesinde Aşk Var bir ben duyuyorum
Kalbimde taşla yapamam biliyorum
Sabaha olunca çık gel bekliyorum
İlk sofra kurulunca koş gel bekliyorum
Son şarkı duyulunca durmam söylüyorum
Sesinde Aşk Var bir ben duyuyorum
SEDEF ÇİÇEĞİ
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:
– Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?
– Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra ba-şörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
– Bu herifin ettiği, yetti gayri. Elli yıldır bezdirdi hayattan… Boşanmak istiyorum…
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı birlikte yaşanmış elli yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
– Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş, derlerdi. Elli yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… İşte ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun kalkıp onun sulamasını bekledim çiçeğimi… Ama olmadı. Onsuz daha iyiyim yemin ederim.
Hâkim yaşlı adama dönerek:
– Diyeceğin bir şey var mı baba? Dedi.
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:
– Askerliğimi reis-i cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle bü-yümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de… Ona en güzel çiçeklerden bu-ketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, bo-yun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun… Benim sözümü de… O günlerde de tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona, “Gece çiçek sularsan, bu çiçek tekrar canlanırmış” dedim. Adak dilettim… Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki… Her gece o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı, ama kadınımın boyun ağrısı yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartamadım… Karar sizin hakim bey.
Mahkeme salonunda, seksen yaşlarındaki yaşlı çiftin durumu içler acısıydı. Adam inatçı bakışlarla, suskun ninenin ağlamaktan iyice çukurlaşmış gözlerini ve bitkin bakışlarını süzüyordu. Hakim tok sesiyle, yaşlı kadına:
– Anlat teyze, neden boşanmak istiyorsun?
– Yaşlı kadın, derin bir nefes çektikten sonra ba-şörtüsüyle ağzını aralayıp, kısılmış sesiyle konuşmaya başladı.
– Bu herifin ettiği, yetti gayri. Elli yıldır bezdirdi hayattan… Boşanmak istiyorum…
Sonra uzunca bir sessizlik hakim oldu mahkeme salonunda… Sessizlik, bu tür haberleri her gün manşet yapan gazetecilerden birinin flaşıyla bozuldu. Kim bilir nasıl bir manşet atacaklardı birlikte yaşanmış elli yılın ardından? Çok sayıda gazeteci izliyordu davayı… Kadın neler diyecekti? Herkes, onu dinliyordu. Yaşlı kadının gözleri doldu ve devam etti:
– Bizim bir sedef çiçeğimiz vardı çok sevdiğim… O bilmez… Elli yıl önceydi.. O çiçeği, bana verdiği çiçekler arasından kopardığım bir yaprağı tohumlamıştım, öyle büyüttüm. Yavrumuz olmadı, onları yavrum bildim. Bir süre sonra çiçek kurumaya başladı. O zaman adak adadım. Her gece güneş açmadan önce, bir tas suyla sulayacağım onu diye… İyi gelirmiş, derlerdi. Elli yıl oldu, bu herif bir gece kalkıp bir kere de bu çiçeği ben sulayayım demedi. Taa ki geçen geceye kadar… O gece takatim kesilmiş uyuyakalmışım… İşte ben, böyle bir adamla elli yıl geçirdim. Hayatımı, umudumu her şeyimi verdim. Ondan hiç bir şey görmedim. Bir kerecik olsun kalkıp onun sulamasını bekledim çiçeğimi… Ama olmadı. Onsuz daha iyiyim yemin ederim.
Hâkim yaşlı adama dönerek:
– Diyeceğin bir şey var mı baba? Dedi.
Yaşlı adam bastonla zor yürüdüğü kürsüye, o ana kadar suçlanmış olmanın utangaçlığını hissettiren yüz ifadesiyle, hakime yöneldi. Tane tane konuştu:
– Askerliğimi reis-i cumhur köşkünde bahçıvan olarak yaptım. O bahçenin görkemli görünümüyle bü-yümesi için emeklerimi verdim. Fadime’mi de orada tanıdım. Sedefleri de… Ona en güzel çiçeklerden bu-ketler verdim. İlk evlendiğimiz günlerin birinde, bo-yun ağrısından onu hekime götürdüm. Hekim, çok uzun süre uyanmadan yatarsa; boynundaki kireç sertleşir, kötüleşir dedi. Her gece uykusunu bölüp uyansın gezinsin dedi. Hekimi pek dinlemedi bizim hatun… Benim sözümü de… O günlerde de tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu. Ben ona, “Gece çiçek sularsan, bu çiçek tekrar canlanırmış” dedim. Adak dilettim… Her gece onu uyandırdım ve onu seyrettim. O sevdiğim kadını yavrusu bildiği çiçekleri sularken seyrettim. Her gece, o çiçek ben oldum sanki… Her gece o yattıktan sonra kalktım. Saksıdaki suyu boşalttım. Sedef gece sulanmayı sevmez, hakim bey… Geçen gece de… Yaşlılık… Ben de uyanamadım. Uyandıramadım… Çiçek susuz kalırdı, ama kadınımın boyun ağrısı yine azabilirdi. Suçlandım… Sesimi çıkartamadım… Karar sizin hakim bey.
BAKELE
Benim babaannemdi, ama bütün köyün, annemgilin ve dedemin dediği gibi Bakele derdim ben de ona. Dedeme ise dede.
Dedem, babamın anneme davrandığından daha iyi davranırdı Bakele’ye.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
“Sen yorulma, ineği ben sağarım.” Gider sağardı.
“Su vereyim mi Bakele?” Verirdi.
Bazı geceler çok soğuk olurdu yayla, “Dur Bakele…” derdi elindeki odunları alıp. “Sobayı ben yakarım.” Yakardı.
Şehre indiği her sefer kalın kalın kitaplar getirip “Bakele…” derdi, “Al. Oku sen. İşlere ben bakarım.” Bakele dedeme kocaman güler, “Sağ ol İbrahim.” deyip gömülürdü getirdiklerinin arasına. Okurken, suyun altına girmiş de nefesini tutuyormuş gibi gelirdi bana. Sıkılırdım önce, sonra korkardım, sonra gidip dedemin eteğini çekiştirir, “Bakele’ye bi şey mi oldu dede?” diye sorardım. “Şşt.” derdi dedem. “Okuyor oğlum, ne olacak? Hadi gel, biz de gazetenin resimlerine bakalım seninle.” Alırdı beni kucağına, işaret parmağıyla göstere göstere okur, anlatırdı.
“Sen niye okumuyosun dede?”
“İşte ben de gazete bakıyorum ya.”
Yanlarına gittiğim her yaz bir şeyler öğrenirdim. Kitap okunur, gazete bakılırdı meselâ. Sağılan ineğin arkasında durulmazdı. Uyuyan köpeğin yakınından geçilmez, eriğe tırmanılmaz, örümcek, kelebek öldürülmezdi.
Öğrenirdim.
Bakele macirdi.
“Macir ne demek dede?”
“Göçmen demek oğlum.”
“Göçmen ne demek?”
Başka memleketten gelmiş insan demekti.
Okul gibiydi benim için köy. Duvarsız, çatısız. Kışın şehirde okurdum, yazın köyde.
Yazdan yaza gelip gidiyor, her yaz biraz daha büyüyor, okuryazar falan oluyor, dedemin getirdiği gazetelere kendim bakmayı, Bakele’nin elinden bıraktığı klitapları kendim okumayı öğreniyordum.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Macir’in macir değil muhacir olduğunu meselâ… Orta iki’de.
Ve Bakele’nin gözünün içine bakan dedeme saygı duymayı, onu giderek Bakele’den daha fazla sevmeyi öğreniyordum. Ama dedemi daha çok sevdiğim için değil; dedem Bakele’yi babamın annemi sevdiğinden daha çok sevdiği için.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Babam annemden su isterdi: “Semiha, su getir.” Dedem, Bakele istemeden getirirdi suyunu. Soğutur da getirirdi hem.
“Semiha çay koy.” derdi babam. Dedem çayı demler, getirip Bakele’ye ikram eder, “Beğendin mi?” diye de sorardı.
Babam anneme kızardı sık sık. Temizlik yaparken “Ayağını kaldırıver.” dediğini duysa, “Bir rahat vermedin.” diye terslenirdi. “Bağırttıracaksın beni şimdi çocuğun yanında.” Annem korkardı babamdan.
Dedem, Bakele evde yokken temizlerdi evi; en çok da onun oturup kitap okuduğu köşeyi temizlerdi. “Mis gibi yaptım Bakele. Otur, rahat rahat oku.” Bakele dedemden hiç korkmazdı.
Bakar öğrenirdim ben. Güzel şeyler öğrenirdim.
Lise sondaydım. Bir kış vakti döndüm ki babam evde; gözleri kızarmış, annem bir köşede hem ağlıyor hem toparlanıyor. “Köye gidiyoruz. Hazırlan.” dediler. Bakele ölmüş.
Yol boyu Bakele’yi düşünmeye çalıştım ama hep dedem geliyordu gözümün önüne. Kime su getirecekti? Kim yorulmasın diye ineği sağacak, rahat okusun diye köşeyi süpürüp silecek, kim için çay demleyecekti?
Ne edecekti?
Ne edecekti?
Biz vardığımızda gömmüşlerdi Bakele’yi. Günahmış. Ölü bekletilmezmiş. Dedem önümüze düştü, annem ağlar, babam ağlar, köyün küçük kabristanına gittik. Başucuna bir tahta dikmişler, toprak hamile gibi kabarmış, Bakele içinde yatıyor. Ama ben gene ona veremedim aklımı. Gözüm de dedemdeydi gönlüm de. Ne zaman başucu tahtasında “Vesile Kara, Ruhuna Fatiha” yazısını gördüm, anca o zaman Bakele’ye gitti aklım.
Vesile?
“Acaba…” diye düşünüyordum dua edermiş gibi yaparken, “Bakele babaannemin gayrimüslim adıydı da dedem tutup vatan hasreti çekmesin diye?..” Ama yok. Bakele yedi göbekten müslümandı.
Üç gün kaldık köyde. Gelenden gidenden anneme de yaklaşamadım babama da. Ağlayıp duruyorlardı. Dedem donmuş gibiydi bir tek. Gözü hep Bakele’nin kitap okuduğu köşede, onu ne kadar özlediğini bilmesen gülüyor dersin, yüzünde de yumuşacık bir ifade.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?“
Anlattı.
Annemgil komşulara veda etmeye gidince cesaretimi toplayıp yanaştım dedeğimin eteğine.
“Dede?..” dedim, “Bakele ne demek?“
Anlattı.
“Canım” demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
Ve “Aşkım” ve “Bir Tanem” ve “Her Şeyim” ve “Ömrümün Vârı” ve “Gözümün Nûru” ve “Kalbim” ve “Işığım” ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş.
İlk “Canım” demek istediğinde ar etmiş dedem, “Hanım” dese “malım” demiş gibi olur diye korkmuş, “Vesile” dese çok resmi, soğuk. Ama kendinden tarafa bakmasını istiyormuş, onu görmesini, onun içini, yüreğini, sevdasını fark etmesini istiyormuş; anlatacak, dökülecek, gerekirse ağlayacakmış. “Baksana” dese olmaz, “Bak hele...” demiş, devamını getirebilecekmiş gibi.
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Bakele dönüp bakmış.
Dedem bütün söyleyeceklerini unutmuş, öylece kalmış.
Beklemiş beklemiş Bakele, gülümsemiş, dedemin elini tutmuş, bakmış ki dedem yutkunup duruyor, “Anladım İbrahim….” demiş. “Anladım… Sen bana Bakele de bundan sonra, ben anlarım senin ne demek istediğini.”
Aşk, âşık olduğunla yekvücut olmakmış.
Öyle dedi dedem.
Öyle dedi dedem.